Edebiyat, insanın dille gerçekleştirdiği bireysel sanat etkinliğidir. Edebiyat ile hayaller, duygular, düşünceler paylaşma zemini bulur. Edebiyat türleri içerisinde de geniş anlatma zemini ve kurmacanın verdiği imkânlar çevresinde romanın ayrı bir yeri vardır. Roman, yazarına anlatacağı olaylar çevresinde yeni bir dünya kurma, hayallerini, duygularını, düşüncelerini ayrıntılarıyla sunma ve tartışma imkânı verir. Türk edebiyatında romanın serüveni de bu imkânlar çevresinde gelişir. Yazarlar, bazen içerisinde yaşadıkları toplumu, kendi duygu ve düşüncelerine göre yeniden düzenleme; bazen hayallerini, acılarını, düşüncelerini farklı kurmacalar çevresinde yansıtma yoluna gitmişlerdir. Tanzimat’tan itibaren edebiyatımıza giren romanın ilk örnekleri Fransız edebiyatının etkisi altında kaleme alınmışlardı. Divan Edebiyatı Dönemi’nde ve daha önceki dönemlerde de roman ihtiyacını mesnevi, halk hikâyesi, destan, masal gibi türler karşılıyordu. Servet-i Fünun Edebiyatı Dönemi’nde (1896-1901) Halit Ziya Uşaklıgil, Türkçe ile güzel roman örnekleri vermeye (Mâ’î ve Siyah, Âşk-ı Memnû) başladı. Türkçenin roman dili olmasını sağlayan Uşaklıgil’den sonra Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa gibi yazarlarımız roman türünün gelişmesine hizmet etti. Türk edebiyatında romanın asıl gelişmesi 1950 sonrasındadır. Türk toplumunun 1940 sonrasında yaşadığı sosyal ve siyasal gelişmeler, edebiyat ve sanat alanındaki yenilikler; çok zengin temaların ve anlatım tekniklerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.